15 Nisan 2015 Çarşamba

SEÇİMLER YAKLAŞIRKEN EKONOMİYE BAKIŞ

Ekonomiye devlet müdahale etmeli mi etmemeli mi tartışması iktisat bilimcileri arasında hiç bitmeyen tartışmalar arasındadır. Devletin ekonomiyi tamamen yönetmesini isteyen Marksist sistem bir taraftayken diğer tarafta devletin hiçbir şekilde ekonomiye müdahale etmemesi gerektiğini savunan klasikler piyasanın “görünmez el” ile kendi kendini düzelteceğini söylemektedir. Ancak 1929 yılında yaşanan “Büyük Buhran” var olan liberal ekonomi teorilerinin tekrar sorgulanmasına yol açmıştır. Kriz sonrasında krizi açıklayan Keynesyen teoriler uygulanmaya başlanmış ve devletin ekonomideki etkinliği artarak 1970’li yıllara kadar devam etmiştir. Bu süreçten sonra da devlet bir şekilde ekonomiye müdahale etmeye devam etmiştir.
Ekonomi ve siyaset birbirinden asla ayrı düşünülemeyecek kavramlardır. Ekonomi ve siyasetin ilişkisi kendini günlük hayatın her anında hissettirir. Siyasi kararların mutlaka ekonomik bir sonucu olacağı gibi ekonomik sorunların da siyasi sonucu olacaktır ki seçim sonuçları ile bu etkiyi görebiliriz. Halk sandık başına gittiği zaman ideolojilerine göre hareket ederek bir siyasi seçim yaparlar. Yapılan seçim neticesinde hangi partinin veya partilerin parlamentoda yer alacağı, hükümeti kuracak ve muhalefette kalacak partiler belirlenir. Uygulanacak politikalar neticesinde iktidar parti iktidarını devam ettirmek ister muhalefet partileri de iktidara gelebilmek için politikalarını günceller veya değiştirebilirler. Ancak partilerin ideolojik yapısı bu değişime ne derece müsaade eder (?)
Seçmen davranışlarını genel olarak ideoloji, medyada çıkan haberler ve baskı (çıkar) grupları etkilemektedir. Ancak şu kısım asla unutulmamalıdır. Seçmenlerin oy kararları sosyolojik, psikolojik, dini ve etnik unsurlar ile değişebilmektedir. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki seçmenler iktidarın yakın zamandaki ekonomik performanslarına göre oy vermektedirler. Enflasyon, işsizlik ve büyüme rakamları, seçmenlerin oy kararlarını doğrudan etkileyen ekonomik göstergelerdir. Gelişmiş ülkelerde seçmenler enflasyon oranlarına göre oylarını verecekleri partiyi belirlerken gelişmekte olan ülkelerde işsizlik oy kararlarını etkilemektedir.
Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere Merkez Bankasının temel amacı fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmektir. Bu fiyat istikrarını sağlamak için çeşitli araçlar kullanmaktadır. Merkez Bankasının bağımsızlığı ilkesi gereği siyasi idareden emir ve talimat alarak politika belirlemez. İktidarda olan siyasi parti ekonomideki gelişmelerden sorumlu tutulup bir sonraki seçimde hesap vermek zorundayken Merkez Bankası belirlediği enflasyon hedefine ulaşmaması neticesinde hesap verdiği mercii tarafından bir yaptırıma uğramaz ve tekrar seçilme gibi problemleri de bulunmamaktadır. Ancak Merkez Bankasının başarısızlığını halk siyasi iradeden sormaktadır.
Hükümetin yapabileceği enflasyonu azaltıcı politikaları incelediğimiz zaman devlet harcamalarının azalması ve vergilerin artırılması olarak karşımıza çıkmaktadır. Devlet harcamalarının kısılması neticesinde enflasyonun azalacağı gibi aynı zaman da büyüme de azalır ve işsizlik artar. Bu politika hükümetin seçim öncesi uygulamayı göze alamayacağı bir politika olarak görülmektedir ki bu politikanın rasyonelliği tartışılır. Bunun gibi vergi oranlarında bir artış enflasyonda önce bir artış daha sonra bir azalış göstererek etkisini 18 ay sonra göstereceği için yine uygulanması zor bir politikadır. Kısa süreli etki eden araçlar daima Merkez Bankası’nın para politikası araçları olmuştur.
Ekonomi ve siyaset arasında güçlü bir bağ olduğunu biraz daha net bir şekilde görmüş olduk. Ekonomi politikaları ülkelerin sosyolojik yapısına göre değişkenlik gösterebilmektedir. Her ülkenin harcama yapısı ve alışkanlıkları farklıdır. Bazı ülke insanları, savaş söylentileri olduğu zaman harcama yapmazken başka bir ülke insanları harcamalarını artırıp stok yapmaktadır.  Bundan dolayı ekonomi politikaları halkın sosyolojik yapısını analiz edip buna göre uygulanması gerekmektedir.

Yusuf Girayalp ATAN

17 Şubat 2015 Salı

Dolar nereye gidiyor?

Geçtiğimiz haftalarda genel olarak ekonomideki gelişmelerin tek bir nedene bağlı olmadığını vurgulamaya çalışmıştık. Bu hafta da güncel, ulusal ve uluslararası gelişmeler çerçevesinde ekonomideki olayların birbirlerini nasıl etkilediği konusu üzerinde değerlendirmelerimize devam edeceğiz.
Ekonomi konularının temelinde arz ve talep vardır. Diğer durumların sabit olduğu varsayımı altında (ikame ve tamamlayıcı malların fiyatları, zevk ve tercihler, tüketici geliri vb.) bir mala olan talep arttıkça o malın fiyatı artar. Bir malın arzı arttığında o malın fiyatı azalır. Serbest piyasada arz ve talebin kesiştiği noktada fiyat oluşur.
Bu bilgiler ışığında, günümüzdeki ekonomik olayları incelediğimizde yaşanan gelişmeleri daha iyi kavrayabiliriz. Piyasadaki dolar miktarı arttıkça doların fiyatı azalır. Bu durumun tam tersi de olabilir. Yani piyasadaki dolar miktarı azalınca doların fiyatı artmaktadır. Diğer taraftan bakıldığında ise dolara olan talebin azaldığı durumda fiyatı düşerken, dolara olan talebin arttığı durumda da fiyatı yükselir.
Doların fiyatının yükseldiği durumlarda Merkez Bankası, rezervlerinden bir miktar doları piyasaya sürerek arzını artırmakta veya yüksek faiz oranı ile yurt dışından ülkeye döviz girişini artırarak fiyatını düşürmeye çalışmaktadır.
Sıcak para güvenli limanı sevdiği için siyasi istikrarın ve güven ortamının olduğu ülkeye doğru akar. Kısa vadeli sermaye hareketleri özellikle gelişmekte olan ülke ekonomileri açısından ciddi risk oluşturabilmektedir. Sıcak paranın gittiği ülkelerde yerel paranın değeri artarken yabancı paranın değeri azalmaktadır. Siyasal suikast ve terör olayları gibi nedenlerle ani sıcak para çıkışlarında eğer ülke Merkez Bankalarının rezervlerinde yeterli miktarda piyasaya sürecek döviz yoksa, yerli para ciddi oranlarda değer kaybına uğrayacağı için ülkenin ekonomik krize girmesi kaçınılmaz olur. Nitekim 1992 ERM krizini, 1994 finansal krizini, 1997 Güneydoğu Asya ve 1998 Rusya krizlerini kısa süreli sermaye hareketlerinin tetiklediği konusu hâlâ tartışılmaktadır.
Bugünlerde de ekonomistlerin ve yatırımcıların gözü kulağı ABD Merkez Bankası FED’in alacağı kararlarda. Daha önce de belirttiğimiz gibi sıcak para güvenli limanları sever. Mevcut konjonktürde en güvenli liman olarak ABD piyasası görülmektedir. FED faiz oranlarını artırdığında risk oranı çok düşük olduğu için sıcak para o yöne doğru akacaktır. Sıcak para, çıktığı ülkelerde de döviz fiyatında bir artışa yol açacaktır.
Sermaye hareketliliğinin tek sebebi yoktur. Sermayeyi elinde bulunduranlar bir ülke piyasasına ani giriş çıkışlarla ciddi kâr edebildikleri gibi aynı zamanda bu güçle istedikleri ülkeye finansal suikastlar de yapabilmektedirler. Güçlü sermaye birikimine sahip olan kişiler kısa dönemli sermaye hareketleriyle ülkeye milyarlarca dolarla giriş-çıkış yaptığı taktirde ciddi dalgalanmalara yol açabilirler. 1992 ERM krizinde Soros’un manipülasyonlarının krizi tetiklediği bugün Soros tarafından da ifade edilmektedir. Soros, 1992 Avrupa Döviz  Kuru  Mekanizması (ERM) krizi olarak adlandırılan süreçte 15 milyar dolarlık kısa vadeli pozisyon alarak bunun satışı neticesinde 1 milyar Dolar’dan fazla getiri elde etmişti. Aynı şekilde Meksika, Brezilya ve Arjantin’de değişik zamanlarda oluşan krizlerde de spekülatif sermaye hareketlerinin izlerini görmek mümkündür.
Kısa süreli sermaye hareketlerinin belirsizlik halini azaltacak ve işlem hacmini daraltacak bir öneri olarak gündeme gelen Tobin Vergisi, kısa süreli sermaye hareketlerinin sınırlandırılıp muhtemel krizlerin önüne geçilmesi konusundaki en dikkat çekici öneri olarak görülmektedir.

Yusuf Girayalp ATAN

11 Şubat 2015 Çarşamba

Fiyat ve İstikrar

Doksanlı yıllarda henüz çocuktum. O dönemde enflasyon haberleri bizim çizgi filmlerde izlediğimiz ejderha resimleriyle verilirdi. Gazete ve televizyonlar enflasyon haberlerini “enflasyon canavarı yine hortladı” başlığıyla okurlarına sunarlardı. 1990 yılından günümüze kadar ki enflasyon oranlarını incelediğimizde bu haberlere atılan başlıkların aslında çok da yersiz olmadığını görebiliriz.
1990’lı yılların başlarında yaşanan Körfez Savaşı nedeniyle enflasyon oranları yükselirken, büyüme oranlarında da bir yavaşlama meydana gelmişti. Yine bu yıllarda SSCB dağılmış ve ekonomilerinde tamiri hayli zor yaralar açılmıştı. Avrupa ve Asya’da haritalar yeniden şekilleniyordu. Bu dönemde Türkiye’de de siyasi istikrarsızlık ve belirsizlikler gündemi oldukça meşgul ediyordu.
Bu dönemler sadece Türkiye için değil diğer ülkeler açısından da sancılı geçmişti. 1992 Kara Çarşamba, 1994 Meksika ve Türkiye, 1997 Asya ve 1998 Rusya krizi… Günümüzde olduğu gibi o günlerde de Türkiye’nin Rusya ile olan bavul ticaretinin yoğunluğundan dolayı bu krizden etkilenmemesi kaçınılmazdı. Tüm bu yaşananların ardından 1999 Marmara depremi ile kaybettiğimiz on binlerce insan kaynağı, birçok fabrika ve iş yerinin yıkılması ve dönemin siyasetçilerinin de etkisiyle birlikte 2001 krizinin yaşanması… Birbirini izleyen bu sıkıntılı olaylar ekonomi açısından aslında hiç iç açıcı bir tablo sergilemiyordu. IMF’den aldığımız krediler yüzünden ekonomi politikalarımızı kendimiz belirleyemez hale gelmiştik. Tıpkı Osmanlı’nın son dönemlerindeki Duyun-u Umumiye gibi IMF’de bizim ekonomi politikalarımızı belirliyordu.
Yaşanan bu ekonomik ve siyasi buhranların ekonomimize etkisi her zaman büyük olmuştur. Bu etkiyi görmek için makro ekonomik verileri incelememiz gerekmektedir. Yani sayılar aracılığı ile oluşturulan grafik ve tablolar bize bir anlamda dünyada yaşanan ekonomik ve siyasi gelişmeleri ayna gibi göstermektedir. Sayılar, olayların somutlaştırılması için en büyük yardımcımızdır. Veriler, yaşanan olaylar sonucunda ortaya çıkan etkiyi görebilmemiz için önemli kaynaklardandır. Enflasyon, ithalat, ihracat, işsizlik ve büyüme oranları gibi ekonomik verileri bir sebep değil, sonuç olarak değerlendirmemiz gerekir.
Enflasyon oranları da belirttiğimiz üzere bir sebep değil, sonuçtur. Piyasada yaşanan talep artışı enflasyonun en önemli sebeplerinden biridir. Merkez Bankası son dönemlerde uyguladığı sıkı para politikası ile yurt içi talebi kısıp böylece talep enflasyonunu düşürmeye çalışıyor. Ancak yüksek faiz nedeniyle yatırımların ertelenmesi büyümeyi frenleyip istihdamı olumsuz etkilediği gibi arz artışının da önüne geçiyor, bu da enflasyon oranında yükseltici bir etkiye neden oluyor. Enflasyona neden olan bir etki de maliyetlerdir. Üretimi gerçekleştirmek için kullanılan üretim faktörlerinin maliyeti arttığında bu da enflasyona neden olmaktadır. Enerji, hammadde, işçi ücretleri gibi... Son dönemlerde maliyet enflasyonunu etkileyen unsurların fiyatlarında ciddi değişkenlikler söz konusudur. Petrol fiyatlarındaki azalma enflasyon oranlarında düşürücü etki yaparken, döviz kurundaki yükselme de ithal malların fiyatlarında artışa neden olmaktadır. Büyüyen Türkiye ekonomisinde yatırımların artması için gerekli olan tasarruf oranı yetersiz kaldığı takdirde aradaki farkın banka kredilerindeki genişleme yoluyla sağlanacağı için enflasyonu yükseltici bir etken oluşturacaktır. Ancak hükümetin açıkladığı son paketlerde tasarrufa yönelik teşvikler ile bu konuyla yakından ilgilendiğini görebiliriz. Örneğin; bireysel emekliliğe %25, konut sahibi olmak için biriktirilen paraya %15, düğün masrafları için yapılan birikime de aynı şekilde %15 teşvik verilmesi tasarruf oranlarında artışa yol açacaktır. Böylece enflasyona neden olan etmenlerden birine de bu şekilde müdahale edildiğini görebiliriz.
Görüldüğü üzere ekonomik istikrar siyasi istikrara bağlı olduğu gibi uluslararası gelişmelere de bir o kadar bağımlıdır. Dünya üzerinde yaşanan her olay ekonomiyi doğrudan ya da dolaylı şekilde etkilemektedir. Ekonomi verilerini incelerken bir tek neden olmadığının farkına varıp yapılan değerlendirmeleri de bu çerçevede takip etmeliyiz.

http://yusufgirayalp.blogspot.com.tr/2015/02/fiyat-ve-istikrar.html

Faiz, Enflasyon ve Büyüme

Son günlerde doların tüm zamanların rekorunu kırması ve Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın yaptığı açıklamalar ekonomideki gündemi belirlemeye devam ediyor.  Şu bir gerçek ki, ekonomideki tüm göstergeler birbirini etkilemektedir. Bu yüzden sadece ülkemizdeki verileri değil aynı zamanda dünyada yaşanan gelişmeleri de yakından takip etmek zorundayız.
2014 yılı Türkiye ve dünya gündemi açısından bir hayli stresli geçerken 2015 yılı da aynı şekilde hareketli ve hararetli başladı. Geçtiğimiz yıl bir yandan Türkiye’deki siyasi hareketlilik ve atlatılan iki seçim, diğer yandan ABD ve AB’nin Rusya ile karşılıklı yaptırım mücadeleleri, petrol fiyatlarındaki düşme, Ortadoğu’da yaşanan kargaşa ve geçen hafta da yazımda bahsetmiş olduğum Avrupa Merkez Bankası’nın kararı ile piyasaya sürülecek olan 1,14 trilyon Euro… Tüm bu gelişmeler, büyüyen Türkiye ekonomisini doğrudan etkileyen konular olup uygulanacak olan ekonomi politikalarını da etkilemektedir.
Merkez Bankası geçtiğimiz yıl 28 Ocakta yapmış olduğu toplantıda faiz oranlarını bir anda 4,5’ten 10’a yükseltme kararı almış, daha sonraki süreçte düşük oranlarda indirime gitmişti. Yaklaşık 6 aydır faiz indirimi yapmayan Merkez Bankası geçen hafta 0,5 puan indirime giderek 7,75’e indirdi.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yarın açıklayacağı enflasyon oranları uygulanacak ekonomi politikalarına yön verecek. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, geçtiğimiz haftalarda yaptığı açıklamalarda, Para Politikası Kurulu’nun kararlarının enflasyondaki iyileşmenin hızına bağlı olacağını belirtmişti. En son yaptığı toplantıda ise enflasyondaki düşüşün 1 puandan fazla olması durumunda  4 Şubatta erken toplantı yapabileceklerini söyledi. Piyasalarda faiz indirimi sinyali olarak algılanan bu ifade sonrasında dolar tüm zamanların rekor seviyesine ulaşarak bu toplantıda alınacak kararları doğrudan etkileyecek gibi görünüyor.
Yazımızın başında ekonomideki göstergelerin birbirlerini etkilediğini söylemiştik. Peki uygulanan ve uygulanması muhtemel politikalar ekonomide nasıl bir etki yapmaktadır?
Faiz oranlarının yükselmesiyle ülkeye girecek olan dövizle birlikte TL dolar karşısında değer kazanır böylece ithal malların fiyatı düşer. Bu durum enflasyon oranında bir düşmeye vesile olur. Bir diğer taraftan yüksek faiz oranı ile kredilerin maliyetleri arttığından dolayı yatırımlar azalır bu da büyümeyi yavaşlatıp işsizlik oranında bir artışa neden olur. Aynı zamanda ithalatı artırıcı etki gösterirken ihracatın da yavaşlamasına yol açar.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının temel amacı fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmektir. Bu amaç doğrultusunda faiz oranlarını yüksek seviyede tutan Merkez Bankası, uyguladığı politikalarla görev tanımında yer almayan büyümeyi de olumsuz etkiliyor.
Yukarıda bahsettiğimiz gelişmeler doğrultusunda diyebiliriz ki geçtiğimiz haftalarda basında  yer alan haberlere istinaden Merkez Bankasının görev tanımında yapılacak değişikliğin ekonomideki büyümeye ve istihdama da yardımcı olacaktır.

http://yusufgirayalp.blogspot.com.tr/2015/02/faiz-enflasyon-ve-buyume.html

29 Ocak 2015 Perşembe

Avrupa Merkez Bankası'nın kararı ve Türkiye

Dünya ekonomisi 2008 yılında yaşanan ekonomik krizden sonra ciddi bir değişim ve dönüşüm sürecine girdi. Bu kriz sonrasında Amerika Merkez Bankası 4 yıl boyunca her ay 85 milyar dolar toplamda  ise 3 trilyon dolar dağıttı. Son günlerde bu para dağıtma bayrağını Avrupa Merkez Bankası devraldı. Ayda 60 milyar Euro basacak ve 2016 Eylül ayına kadar toplamda 1,1 trilyon Euro para dağıtacak. Bu kadar paradan elbette bir kısmı Türkiye’nin kasasına girecektir. Ancak önemli olan bizim bu süreçte ne yapmamız gerektiğidir.

Türkiye 2014 yılında büyüse de bu büyüme 2023 hedefleri için yeterli düzeyde değildir. Krizin başladığı 2008 yılında % 0,9 oranında büyüyen Türkiye ekonomisi krizin en şiddetli şekilde hissedildiği 2009 yılında % 4,8 oranında küçülme göstermiştir. ABD Merkez Bankasının paraları dağıtmaya başlamasıyla beraber Türkiye de bundan olumlu etkilenmiş ve 2010 yılında % 9,2 oranında büyümüş ardından bir sonraki sene de % 8,5 oranında büyüme göstermiştir. Daha sonra büyüme hızını kaybeden Türkiye, Avrupa Merkez Bankasının son kararı ile beraber hızlı büyüme eğilimini tekrar yakalayacaktır. Ancak şunu unutmamak gerekiyor. Türkiye ile beraber diğer ülkeler de büyüyecek.

Amerika Merkez Bankası’nın uyguladığı politikanın Türkiye üzerindeki etkisini gördüğümüze göre Avrupa Merkez Bankası’nın aldığı bu karar sonrasında Türkiye’nin yeni açıklanan ekonomi paketlerini ivedilikle hayata geçirmesi gerekmektedir. G20 toplantısında Başbakan Davutoğlu’nun üzerine basa basa durduğu KOBİ’lerin desteklenmesi Türkiye ekonomisi için ciddi önem arz etmektedir. Bankaların kredileri doğru yönlendirmesi gerekmektedir. Sanayi sektörüne yatırımların artması gerekmektedir. Ar-Ge yatırımlarının artırılması ciddi önem arz etmektedir. İhracatın destekleneceği yönünde teknik çalışmaların başlatıldığı duyuruldu. Petrol fiyatlarının düştüğü bu zamanda bu fırsatı asla elden kaçırmamak gerekiyor.

"Hayal gerçeğin geçmişidir; Hayal kuran ve bunları gerçeğe dönüştürmek için gerekli gayreti gösteren gönüllü insanlar; gerçeğe açılan kapının anahtarını elde etmiştir” (Prof. Ahmet ATAN)

Yusuf Girayalp ATAN

Kaynak: http://www.milatgazetesi.com/avrupa-merkez-bankasinin-karari-ve-turkiye-/65843/#.VMntT9KsUhM

18 Eylül 2014 Perşembe

Yeni Türkiye'nin Ekonomi Stratejisi


Türkiye Hedef 2023 kavramını öğrendikten sonra ciddi bir yükün altına girmiş bulunmaktadır. Bu kavram beş yıllık kalkınma planları yapıp uygulamakta bile zorlanan bir Türkiye’den uzun yılları bulan hedefleri olan bir ülke konumuna getirmiştir. Hedef 2023’ten sonra Hedef 2053 ve daha sonra Hedef 2071 olarak Türkiye’nin hedefleri daha da ileri gitmiştir. Hedef 2023 sadece söylemde kalmayarak bu hedefler doğrultusunda strateji belirlendi ve uygulamaya konuldu. Tabi Bu hedefleri hükümet tek başına yapmayacaktı. Milletin her kesiminde görev düşmekteydi.
Millet olarak Hedef 2023’e tam alıştık ki Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yeni bir kavram ortaya atıldı. Bu kavramın adı “Yeni Türkiye” olarak belirlenmiştir. Yeni Türkiye acaba neydi. Bu günlerde bu kavramın detaylarını öğrenmeye başlıyoruz. Yeni Türkiye kavramında öncelik Yeni anayasa olarak görülmektedir. Bunun yanında 30 yıldır Türkiye’nin ekonomik olarak belini büken terör sorunu ile ilgili bir çözüm süreci başladı.
Yeni Türkiye’nin en önemli boyutu ekonomik boyutu olarak söylenebilir. Bunun için 62. Hükümet programına baktığımızda yol haritasında öne çıkan ana başlıklar şu şekilde görülmektedir;
·         İthalata bağımlılığın azaltılması. Bunun için yerli üretimin desteklenmesi.
·         Üretimde verimliliğin artırılması.
·         Yurt içi tasarrufların artırılması ve israfın önlenmesi.
·         İstanbul Uluslar arası Finans Merkezi projesinin tamamlanması.
·         Kamu harcamalarının rasyonelleştirilmesi.
·         Kamu gelirlerinin kalitesinin artırılması.
·         İş ve yatırım ortamının geliştirilmesi.
·         İş gücü piyasasının etkinleştirilmesi ve bu bağlamda Ulusal İstihdam Planı’nın güncellenmesi
·         Kayıt dışı ekonominin azaltılması.
·         İstatistiki bilgi alt yapısının geliştirilmesi.
·         Öncelikli teknoloji alanlarında ticarileşmenin sağlanması.
·         Kamu alımları yoluyla teknoloji geliştirme ve yerli üretime olan desteğin sürdürülmesi.
·    Yerli kaynaklara dayalı enerji üretim programının tamamlanması ve bu kapsamda atılacak adımlarla cari açığın düşmesine katkı sağlanması.
·         Enerji verimliliğinin gerçekleştirilmesi.
·         Tarımda su kullanımının etkinleştirilmesi.
·         Sağlık endüstrilerinde yapısal dönüşümün sağlanması.
·         Sağlık turizminin geliştirilmesi.
·         Taşımacılıktan lojistiğe dönüşümün sağlanması.
·         Nitelikli insan gücü için çekim merkezi programının tamamlanması.
·  Temel ve mesleki becerileri geliştirme programı kapsamında İŞKUR çalışmalarının çeşitlendirilmesi.
·         Sağlıklı yaşam ve hareketlilik projelerinin geliştirilmesi.
·         Ailenin ve dinamik nüfus yapısının korunmasında yönelik çalışmaların geliştirilmesi.
·         Yerelde kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi.
·         Rekabetçiliği ve sosyal uyumu geliştiren kentsel dönüşümün sağlanması.
·         Kalkınma için uluslar arası işbirliği alt yapısının geliştirilmesi.

Kaynak: www.yusufgirayalpatan.com 

9 Haziran 2014 Pazartesi

Sanayi Üretim endeksi Neden Önemlidir?

Sanayi sektörü, ileri ve geri bağlantılarından dolayı ekonominin bir bütün olarak canlı kalmasını sağlayan önemli bir sektördür.
Sanayi Üretim Endeksi; Ekonomide meydana gelen gelişmelerin ve uygulanan ekonomi politikalarının, kısa dönemde olumlu/olumsuz etkilerinin ölçülebilmesi için hesaplanmaktadır. Sanayi faaliyeti düzeyindeki dalgalanmaların ekonominin geri kalan kısmı üzerindeki etkilerinden dolayı, sanayi sektörü için üretim endeksleri kendi başına temel bir kısa dönemli ekonomik gösterge olarak kullanılmaktadır.
Sanayi üretim endeksi sayesinde fiyat değişimleri ile düzeltilmiş sanayi çıktıları izlenmektedir. Böylece mümkün olduğu en kısa sürede ekonomideki değişimler tespit edilebilmektedir. Böylece karar alıcıların politika yapıcıların hızlı ve kısa sürede karar vermelerine yardımcı olmaktadır..... Yazının devamı için tıklayınız